aldı sözü van Gogh
1. Evet, sonsuzluktan sesleniyorum size, yıllardır burada, sonsuzluktayım. 2. O son resmimdeki buğday tarlalarının üzerinden, üstüme üstüme gelen, kara kargaların arasındayım çoktandır. 3. İtiraf ediyorum, burası hep hayal ettiğim yer, sanki doğmazdan önceki halime benziyor; hem saf bir yalnızlığın tadını çıkarıyorum, hem de haberdarım olan bitenden. 4. Geçenlerde, bir film seyrettim: “van Gogh: sonsuzluğun kapısında”, çok etkili, çarpıcı bir film. Biliyorsunuz, ben ilk fotoğraftan sonra, ama ilk sessiz filmden ve hele sesli filmden yıllar önce göçmüştüm sizin dünyanızdan. Doğrusu, hoş bir şeymiş bu sinema. 5. Yok, köklerim, kökenlerimle ilgilenmiyor bu film, son yıllarımı, ilişkilerimi anlatıyor. Evet, yıllardır ne büyük bir ilgi gördüm, ne büyük servetler yatırıldı eserlerime. Buruk bir memnuniyet veriyor bana bu. “Ben oralardayken siz nerelerdeydiniz?” diyesim geliyor; tutuyorum dilimi. Yok, hata bende, bir sürgün gibi yaşadığım hayata, erken gelmişim dünyanıza. 6. Evet, sosuzluğun kapısında geçti ömrüm, aynı ismi taşıyan eserimdeki gibi. Çok fırtınalı, inişli çıkışlı, zorluklar ve hastalıklarla; kendi hapisanemde boğuşarak. 7. Dönüp bakıyorum da, hayatımın en önemli ilişkilerinde ortak bir özellik var sanki: sevgi dolu ama karşılıklılığın olmadığı, neredeyse hep tek yönlü ilişkiler bunlar; ya bana doğru ya benden öteye: Kardeşim Theo ile, arkadaşım Gauguin ile, Dr. Gachet ile, dış gerçeklik ile ve tabii, sanat/resim ile ilişkilerim; hepsi de tek yönlü. 8. Kardeşim Theo’dan büyük sevgi, destek, şevkat gördüm. Doğa, çiçekler, resim, sanat gibi ortak zevklerimiz de vardı ama, o, adeta, beni reddeden babamın yerine geçmiş, bana kol kanat geren bir ağabey, hatta bir anne gibiydi. 9. Ressam arkadaşım Guagin ile ilişkimde ise sevgi veren, hayranlık besleyen, adeta ona tutunan bendim. Kardeşimden sonra tutunduğum tek dal. Yalnızlığıma tek merhem. Ama yüzüme kapanan, beni yalnızlığıma gömen bir kapıydı sonunda. Terkedildim, hatıram olsun diye kulağımdan bir parça gönderdim ona; unutmasın diye beni. 10. Bu yalnızlık, 40’dan fazla otoprotre yaptırttı bana, aynalara baka baka. 11. Hayatımın sonunda tanıştım beni dostça ve hekimliği ile sarıp sarmalayan Dr. Gachet ile. O günler ümitli zamanlarım gibi görünür birçoğuna ama bakar mısınız onun portresine, yine el çenede; bilirsiniz, Dürer’in Melankolia’sından beri kederli hallerin resmedilmesinde yaygın bir görüntü bu; başın ağırlığı elin desteği ile taşınabiliyor ancak. Kimbilir, belki de kendi kasvetli halimi ona yansıtıyordum. 12. Dış gerçeklik ile ilişkim ise başlı başına büyük bir dert oldu benim için. Ayıramadım ikisini birbirinden, hangisi kırların, ağaçların, çiçeklerin görüntüsü, sesi, hangisi zihnimin, duygularımın ürettikleri, hep karıştı birbirlerine. Sesler, görüntüler, varsanılar, yanılsamalar, kısa süreli amneziler. Duyduğuma göre, kimleri bunları epilepsi, aşırı absent içmem gibi beyin hastalıklarına, kimileri psikoz türünden akıl hastalıklarına yoruyor bunları. Evet, iç dünyam ve dış dünyam arasında müthiş bir geçirgenlik vardı, sınırlar neredeyse kaybolmuştu. Ama, belki sanatsal yaratıcı gücüm de, bir ölçüde bu özelliğimden kaynaklandı. Hangisi dış gerçeklik hangisi iç dünyamın ürünü? O aradaki büyülü alanda resmettim eserlerimi. Böylelikle, izlenimciliğin sınırlarını aşarak soyut resme doğru açıldım; zaten, Gauguin de bunu tavsiye etmiyor muydu bana, “içine bak, bırak doğaya bakıp resim yapmayı”, derken. 13. Resim ile, sanat ile ilişkim de karşılıklı değil. Sağlığımda iki sergiye katıldım; yalnızca bir resmim satıldı. Eskiz defterim bile 126 yıl sonra tesadüfen bulundu. Papazlık maceramdan sonra, doğru dürüst resimlerimi ancak 27 yaşından sonra yapabilmiştim, aranızdan ayrılıncaya kadarki on yıl içinde, ben hiç saymamıştım ama iki binin üzerinde eserim olduğu söyleniyor. Çok hızlı fırça darbeleri ve bol boya ile hızla yapıyordum resimlerimi, gözümle gördüklerimin iç dünyamdaki izlenimlerini süratle, silinip gitmeden tuvalime hemen aktarabilme çabası içinde. Sanata dair görüşlerimi, Theo’ya Haziran 1879’deki mektubumda şöyle yazmıştım**: “Sanat kelimesinin şu tanımlamasını bir dinle, daha iyisi yapılamaz bence: “Sanat doğaya eklenmiş insandır.” Evet, doğayı, gerçeği, hakikati dile getirmektir sanat ama sanatçının doğaya kattığı, ayırıp belirttiği, özgürleştirdiği, aydınlatıp renklendirdiği bir anlam, bir görüş ve bir özellikle dile getirmektir.” Bıraktı sözü size van Gogh.
(*) bu metin, ilgili fotoğraflar ile birlikte, “At eternity’s gate / Sonsuzluğun kapısında” (Julian Schnabel, 2018) filmi üzerine, Serkan Turaç danışmanlığında düzenlenen “referans çağrışım” fotoğraf atölyesi kapsamında hazırlanmıştır.
(**) Theo’ya Mektuplar, Vincent van Gogh (Türkçesi: Azra Erhat), Remzi Kitapevi, 2017, s.17.