Ölümsüzler Köyü

Yönetmen: Reza Jamali
Yapım: İran, 2019
Oyuncular: Nader Mahdilou, Hamdollah Salimi, Neda Haghshenas, Elena Azarm, Peyman Khodaei, Salman Abbasi, Velayat Khoobdel, Sefat Ahari, Jafar Akbari, Kazem Hashem-Zadeh
Süre: 1 saat 25 dakika

Film, ölümsüzlükle cezalandırıldıklarını düşünen ihtiyarlar özelinde İran coğrafyasındaki insanların kaderini anlatır. Ölüm gibi bir konuyu muhteşem manzaralar eşliğinde ve parodileştirerek anlatmayı tercih eden yönetmen, ölüm kavramı üzerinden pek çok meseleyi ele alır.

Ölümsüzler köyündeki Aslan eski bir cellattır. Bir sürü insanın canını rejim öyle emrettiği için almıştır. Babası da idam ettiği insanlar arasındadır. Annesinin kalbi de oğlunun babasını öldürmesine dayanamamış, o da vefat etmiştir. Canını aldığı insanların akrabalarının intikam almak için onu bulacakları korkusuyla bir köye kaçmıştır ve o geldiğinden beri kırkbeş yıldır bu köyde kimse ölmemektedir. Zanlarınca Tanrı bu köyü ölümsüzlükle lanetlemiştir. Modern bir cennetten kovulma hikayesidir aslında. Tanrılar tarafından ölümsüzlükle cezalandırılan ve ömür boyu her çıkardığında dağdan aşağıya yuvarlanan taşı tekrar tekrar tepeye çıkarmakla görevlendirilen, bunu sonsuza kadar yapmak zorunda olup bu kısır döngüye hapsolan Sisifos’u anımsatır. Köydeki yaşlılar, neden cezalandırıldıklarını anlamazlar. Çeşitli varsayımlarla sebebini anlamaya çalışırlar. Hiç evlenmemiş olmaları bu varsayımlar arasındadır, Azrail’in onları unuttuğu ise bir diğer varsayımlarıdır. Filmdeki diyaloglara ve eylemlere baktığımızda da sürekli bir söylentiye, kulaktan dolma bilgilere göre hareket etme edimi dikkati çeker. Köyde birinin ölmesi ise buldukları tek çözüm yoludur, böylelikle Azrail unuttuğu köyün yolunu hatırlayacaktır. Ölüm döşeğinde insan arayıp onlarla Azrail’e mesaj yollamaya çalışırlar. Aslan ölmenin yollarını arar, intihar için çeşitli fikirler üretir ve tüm ihtiyarları da peşinden sürükler. Bu köye laneti getirenin cellat Aslan olduğunu bilmelerine rağmen kurtuluşu onun peşinden giderek bulmaya çalışırlar. Ölmeye çalışan bu ihtiyarların intihar için denedikleri yollar, ihtiyarların amatör oyunculuklarıyla da birleşince komik sahneler oraya çıkar. Böylesi ağır bir konuda gülümsetmeyi başarır yönetmen izleyicileri. Ölmek için uğraştıkları bu köyün cennetten bir parça gibi eşsiz doğaya sahip coğrafyası yaşlıların ruh hali ve amaçladıkları ölüm fikriyle tam bir tezat içindedir. Köyde bir ölüm olursa bu lanetin kalkacağına inanırlar. Herkesin ölümsüz olmaya çalıştığı dünyada bu ihtiyarların durumu “Ölümsüzlük gerçekten istenen bir şey midir?”i sorgulatır izleyenlere. Neden cezalandırıldıklarının farkına varamayan bu ihtiyarların aslında işledikleri günah kendilerine karşıdır. Böylesine canlı bir doğanın içinde ölü bir hayata mahkûm etmişlerdir kendilerini ve bunun farkına bile varamamışlardır. Şimdi de ölümü bir kurtuluş olarak görmektedirler. Ölüme aşık, sürekli ölümle, ölüm fikriyle iç içe bir kültür tablosu çizilmektedir aslında. Mutluluğun ölümden sonra geleceğine inanarak ölümü umut haline getirmek hatta belki de hiç düşünmeden inançlarının, inandıklarının peşinden ölüme sürüklenmek, etraflarındaki güzelliklerin farkına varamamak ve yaşamı ıskalamak. Öte yandan ölmeleri bile kendi kararlarına bağlı değildir. Hayatta neyin neden olduğuna dair anlam, sebep-sonuç ilişkileri bulanıklaşmış, bir bakıma gerçeklikten kopmuş, kültürün kalıplarına sıkıştıkları için yaşayamayan ama ölmelerine de izin verilmeyen, kimin ölüp kimin ‘yaşayacağına!’ ve yaşamanın da nasıl olması gerektiğine otoritenin karar verdiği, sisteme ve düzene kurban edilen hayatlar. Bu bağlamda, “İnsan kendi kaderini çizme gücüne sahip mi?” sorusu kurban kavramı ile birlikte filmin merkezinde yer alır. Günümüzde uğruna kurban verilen Tanrı değildir artık, Tanrılığa heveslenen sistemdir ve bu sistem kendine uymayanı yok eden bir mekanizma işletir. Cellat Aslan da sistemin istediği kurbanları infazla sorumlu olmuştur bu düzende yıllarca. Hz. İbrahim’den oğlunu kurban etmesi istenmiştir, Cellat Aslan ise babasının canını alarak onu sisteme bir nevi kurban vermiştir. Köydeki ihtiyarlar ise kendi kaderlerini tamamen Aslan’ın eline terk etmiş durumdadırlar. Aynı zamanda, kurban edilen ile kurban eden arasındaki çizginin de gittikçe bulanıklaştığına tanıklık ederiz.

Filmin karakterlerine baktığımızda; 

Aslan, Şah rejimi sırasında cellatlık yapmış biridir,

Sare, köydeki kahveyi işleten babasına yardımcı olan genç kızdır. Kutsal kitaplarda Hz. İbrahim’in eşi olarak geçmesi bakımından burada sembol bir karakterdir aynı zamanda. İbrahim, Allah’ın, oğlu İsmail’i kendisine kurban etmesini istediği peygamberdir,

Ali, köye askerlik vazifesini yapmak için gelmiştir. “Ali” de dini olarak sembol bir figürdür. İslam tarihinde Ali’nin sıfatı “Allah’ın Aslanı”dır. İlmi, cesareti, imanı, dürüstlüğü ve şefkati ile anılmaktadır. Kerametlerine baktığımızda karıncayı bile incitmeyendir, ölüyü diriltendir, güneşle konuşandır.

Filmde meselenin çözülüşü, Sare ile Ali’nin evlenmesi ile başlar. Bu evlilik bütün kara bulutları kaldırır, bambaşka bir bakış açısı, farkındalık, yaşama sevinci ve umut yaratır. Yönetmen bu evlilik aracılığıyla bir çözüm sunmaktadır aslında. Sare, ölüleri dirilttiğine inanılan hayatın sembolü olan Ali ile evlenir. Dolayısı ile çözüm olarak öldüren cellat Aslan yerine, yaşatan Allah’ın Aslanı’nı koymuş olur. Böylece aslında dinin özüne de vurgu yaparak günlük yaşamın ve kamu hayatının dini değerlere göre düzenlendiği İran’da aslında bu özden ne kadar kopulduğuna da vurgu yapılmaktadır. Ölümün karşısına yaşamı ve sevgiyi koymasıyla kurban kavramını reddetmiş olur. Böylece yönetmen ölü gibi yaşayan köy halkına hurafelere ve kendilerine dayatılan kalıplara teslim olmuş kurban rolünden çıkarak bir kurtuluş yolu sunmaktadır; Ali’nin temsil ettiği dinin özündeki manevi değerlere dönmek. Ali’nin Sare ile evlenmesi başka bir yolun da mümkün olduğunu gösterir. Yaşlılar neden Aslan’ın peşine takılıp kendilerini öldürmeye kalktıklarını sorgulamaya başlarlar. Çünkü aslında kendini öldürmek inandıkları dinde en büyük günahlardandır, yasaklanmıştır ve böylece kurtuluş gibi gördükleri yolla cennetin kapıları onlara sonsuza kadar kapanmış olacaktır. Böylesine gözü kapalı, celladına aşık bir şekilde, sorgulamadan takılmışlardır Aslan’ın peşine. Bu evlilik bir umut olur ihtiyarlara ancak bu umut kısa sürede yıkılır çünkü filmin sonunda köyde ölü bir bebek doğar. Çıkış yolunu göstermesine rağmen bu yolun uygulanabilirliğine dair umudu yoktur yönetmenin.

Kök metin, Sophokles’in Thebai üçlemesinden biri olan “Oidipus Kolonos’ta” ile benzerlik gösterir. Oidipus bilmeden babasını öldürmüş, annesinin de ölümüne sebep olmuştur. “Gerçeği göremiyorsa bu gözler ne işe yarar!” diyerek kendi gözlerini kör eder. Sebep oldukları yüzünden Thebai’den sürgün edilir ve Kolonos’ a varır. Apollo ona, yeterince acı çektikten sonra ölümün ona yer sarsıntıları ve şimşeklerle müjdeleneceğini bildiren bir kehanette bulunmuştur. Buraya işte bu kehanet üzerine yaptığı hataların ve sebep olduklarının bedelini ödeyip ölümü beklemek üzere sürgün olarak gelmiştir. Kolonos’takiler Tanrı’nın lanetlediği Oidipus’u kabul etmek istemezler. Burada kalması için şart koştukları şeylerden biri ise ellerini kutsal çeşmede yıkamasıdır. Bu bir arınma sembolüdür. Kolonos’un kralı ona merhamet eder ve burada kalmasına izin verir. Oidipus, burada olgunlaşır, kör haliyle insanlara yol göstererek ilerler. Böylece Tanrılar tarafından ona sonsuz mutluluk vaat eden ölüm bahşedilir ve huzur içinde bu dünyadan göçer, ölümünden sonra ölü bedeni bu şehir için koruyucu bir ruh olma özelliğine bürünür.

Ölümsüzler Köyü, yapısı itibarı ile Oidipus’a benzese de hikâye anlam olarak ters işletilmiştir. Oidipus yaptıklarının bedelini ödemek, acı çekmek gibi manevi şeylerin peşinden sürgün olarak gelmiştir Kolonos’a. Halbuki Aslan, öldürdüğü kişilerin ailelerinin intikamlarından korktuğu için, ölümden kaçarak gelmiştir bulunduğu köye. Oidipus acı çekerek yaptığı hataların bedelini ödemiş, bilgeleşip, olgunlaşarak, gözleri kör olmasına rağmen gönül gözü açılarak yol gösterici sıfatına kavuşmuştur. Halbuki Aslan, insanları fikirleriyle zehirler, kendisi için bencilce başkalarını feda etmekten kaçınmaz, yaptığı davranışlarının sebep ve sonuçlarını değerlendirecek olgunluk ve bilinçte değildir, yaşlandıkça da bu olgunluğa ulaşmaya doğru bir yol almamıştır. Oidipus’un ellerini yıkayarak arındığı kurumaz pınara denk gelen filmdeki hamamı Aslan günahlarından arınıp bilgeleşme yeri olarak değil aksine köydeki ihtiyar arkadaşlarının intiharı için kullanmaya kalkar. Köye ölüm gelirse lanetin kalkacağı gibi kof bir düşünceye bağlanarak, köye iyileşmek için gelen Ali’nin babasının oksijen tüpünün havasını boşaltarak nefessiz bırakmaya kalkarlar. Oidipus’un bilgeliği, duyarlılığı, sabrı ve olgunluğu Aslan’da yoktur.

Bu da bize gösterir ki, her ne kadar başımıza gelenler çoğunlukla bizim dışımızdaki bilinmezlerin etkisinde de olsa, bu olaylar karşısında ne yaptığımızdır önemli olan, takındığımız tavır ve tutumdur sonucu etkileyen. Başımıza gelen olaylar değil belki ama bunların karşısındaki davranışlarımız kendi seçimimiz dahilindedir. Aslan ve Oidipus, aynı kaderi paylaşırlar bu bağlamda ama Oidipus acı çekip, bilinçlenmeyi tercih etmiş, Aslan ise gittikçe bencilleşerek zarar vermeye devam etmiştir ve bu iki tercih de farklı sonları hazırlamıştır onlar için.

Hikâyede paralel olarak akan bir İran tarihi var aynı zamanda. İdamlar önemli bir yer tutar İran tarihinde. Aslan’ın cellatlık yaptığı zamanların kırk beş yıl öncesine tarihlenmiş olması aslında Şah rejimini ve o rejime ait unsurları temsil ettiğini işaret eder niteliktedir. Sürekli halkı uçurumun kenarına sürükleyen bir rejim aynı zamanda bu. Ali ise dini bir figür olması sebebiyle Şah’ı devirerek kurulan halkın da büyük desteğini alan ve büyük umutlar bağladığı İran İslam Cumhuriyet’inin sembolü. Sare ile Ali’nin evliliği aslında Şah rejiminin devrilip yerine İran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşu. Büyük bir mutluluk ve umut yaratıyor ilk başlarda bu gelişme. Şah’tan kurtulmak için Humeyni’yi bir kurtuluş olarak gören İran halkının umutları çok kısa sürede yıkılıyor. Çünkü kurulan yeni rejim istedikleri ve bekledikleri refah ve huzuru sağlayamıyor. Ali’nin Sare ile evliliğinin yarattığı mutluluğun kısa sürmesi aslında yeni rejimden beklenenlerin gerçekleşmemesi ve yeni rejimin kurulmasının hemen ardından Amerika ile yaşanan rehine krizi, sonrasında başlayan ve sekiz yıl sürecek olan İran-Irak savaşı ve devamında gelen gelişmelerle daha da kaosa sürüklenen bir coğrafyanın insanlar üzerinde yarattığı baskı, tedirginlik ve mutsuzluğun bir yansıması olarak da okunabilir.

İşte böyle bir coğrafyayı, ölümü, ölümsüzlüğü, kaderi, yaşanmamışlıkları, umutsuzluğu anlatan filmin çağrışımlarının fotoğrafları gördükleriniz…

Yeliz TELLİ