Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında

Yönetmen: Julian Schnabel
Oyuncular: Willem Dafoe, Rupert Friend, Oscar Isaac, Mads Mikkelsen, Mathieu Amalric
Yapım: ABD, Fransa, 2018
Süre: 1 saat 51dakika

Keder sonsuza kadar sürecek

Van Gogh

Van Gogh’un kardeşi Theo’ya söylediği bu son sözleri; onun hayatının özeti niteliğinde.

Film de bunun yansıması bir nev’i. Hayatının tümünü anlatan bir biyografiden ziyade resim yapmaya yoğunlaştığı hayatının son dönemini anlatıyor daha çok. Van Gogh’un iç dünyası, yaşadığı ruhsal sıkıntılar ve ilişkilerine dair çarpıcı anlatımıyla insanı derinden etkiliyor. Yönetmenin başarısı ve Willem Dafoe’nun muhteşem oyunculuğu sayesinde adeta onun gözünden görüyoruz dünyayı. Hayatının daha çok resme yoğunlaştığı son yıllarına ve resim tarzına ait tüm detaylar ilmek ilmek işlenmiş filmde. Kendi yaşadığı çağda etrafındaki insanların ve sanat çevrelerinin ona ve sanatına yaklaşımına ilişkin izlenimler edinebiliyoruz. Film, bütün bunları anlatmada yönetmenin kullandığı tekniklerin ve oyunculuğun başarısı sayesinde bizi kıskıvrak yakalayıp içine alıyor. Hüzünleniyoruz çoğu zaman; anlaşılamamanın yarattığı çaresizliği, çağının ötesinde olmanın verdiği yalnızlığı, bu yalnızlığın verdiği ıstırabı kalbimizin derinlerinde hissediyoruz. Adeta Van Gogh’la aynı coşkuyu, aynı korku, endişe, çaresizlik ve yalnızlığı yaşıyoruz.

Abisi Theo en büyük destekçisidir bütün bunların ortasında. Çocukluk yıllarını ‘kasvetli, soğuk ve kısır’ olarak niteler Theo’ya mektubunda. Çocukluğundan itibaren başlayan kendini tanıma ve gerçekleştirme yolculuğu acılarla doludur. İnsanın kendini tanıması, ne istediğini, kendisine neyin iyi geldiğini ve neye yetkin olduğunu bilmesi ve yaşadığı kültürün ve toplumun genel algı ve kabullerinin dışına çıkmak uğruna bunu gerçekleştirme cesareti göstermesi, Van Gogh’u Van Gogh yapan özelliklerden bazıları.

O dünyayı herkesten daha farklı görüyor.  ‘İçimde bir şey var. Kimsenin görmediği şeyleri görüyorum. Göremeyen insan kardeşlerime gördüklerimi göstereyim. Bu bir ayrıcalık. Onlara umut ve teselli verebilirim…Ben resimlerimin ta kendisiyim. Benim vizyonum dünyanın gerçekliğine daha yakın. İnsanlara hayatta olmanın nasıl bir his olduğunu hissettirebilirim.’ sözleriyle bu farka ve insanlara umut olmak yolundaki çabalarına tanık oluyoruz. Etrafındaki umutsuz insanlara dünyanın ve hayatın canlılığını göstermek istiyor. Anlaşılmamasına rağmen yalnız kalma pahasına kendi olmaktan ve gördüklerini resim yoluyla gösterme çabasından asla vazgeçmiyor. Kendi çağının bunu anlamadığını görünce de gelecek için resim yapmaya başlıyor. Bu, büyük cesaret isteyen bir meydan okuma; en başta çağına ve çağdaşlarına ve sonra da zamana. 

Farklı olana karşı takınılan zorbaca tutuma şahitlik ediyor, böylesi bir dehanın akıl hastanesine kapatılmasına kahroluyoruz. 

‘Şekillerin ve renklerin çok yoğun ve aşırı tiz bir sesle kendi şarkısını haykırmak için öfkeli bir sesle şahlandığı, taşkın bir tabiat. Madde ve doğa çılgınca bükülmüş, şekil kabusa, renk alevlere, ışık yangınlara, hayat da yanan aleve dönüşüyor. Van Gogh’un yoğun ve tutkulu  çalışmaları. Sanatın muhteşem geleneği. Bu güçlü ressam diğerlerinin üstüne çıkıyor.’ Onun sanatının değerlendirmesini yansıtan bu sözlere Van Gogh’un akıl hastanesindeki odasında yatağının köşesine kıvrılmış ızdırap ve çaresizlik içindeki görüntüleri eşlik ediyor filmde. O akıl hastanesinde yatağında kıvrılarak yatarken dışarıda insanların onun eserlerine ve sanatına böylesine övgüler yağdırması dünyanın çelişkilerle dolu gerçekliğini, iki yüzlülüğünü, metaya tapma sevdasını gözler önüne sermesi açısından filmin en çarpıcı sahnelerinden. 

Farklılığını din anlayışında da görüyoruz. Derin bir din bilgisi olduğunu, dini şekilci ve yüzeysel olarak değil de gerçekçi ve manevi olarak özümsediğini öğreniyoruz. O dinin kardeşlik, merhamet, sevgi, şefkat gibi birleştirici değerlerini kendi hayatında yaşantılıyor. Onun doğaya bakışında da din anlayışının yansımalarını görüyoruz. Doğada tanrıyı görüyor. 

‘Tanrı’nın doğa olduğunu düşünürüm ve doğanın güzellik olduğunu’ sözleri ile ifade ediyor bunu. ‘Tuvaller kırsalı ne kadar sağlıklı ve canlandırıcı bulduğumu yani kelimelere dökemediklerimi sana söyleyecekler’ diye yazmıştır mektuplarında ve ‘Tepelere uzanan uçsuz bucaksız deniz gibi sınırsız ve hassas sarı düzlüklere tamamen kendini verdiğini’. 

İnsan olmanın koşullarından biridir güzeli fark etmek. O zaman değer verirsiniz, zarar vermezsiniz. Güzeli fark edebilmek, hayat akıp giderken karşılaştığımız şeylerin özündeki iyiyi, güzeli görebilmek, gördüğüne değer vermek herkesin yapabildiği, yapabileceği bir şey değil. İşte, Van Gogh bunu yapabilen nadir insanlardan. ‘Görünür şeylerden yüzünüzü uzaklaştırın ve görünmeyene yüzünüzü dönün.’ der. Onun sonsuzluğun kapısını aralamasının sırrı burada yatıyor ve bunu sanat yoluyla bize büyük bir zarafetle aktarabilmesinde. İşte Van Gogh’u ayrıcalıklı yapan şeylerin başında geliyor bu özelliği; güzeli fark edebilmesi ve onu kendi yorumuyla sanatına yansıtması. 

‘Resmi zaten doğada buluyorum. Onu icad etmeme gerek yok. Sadece özgürleştiriyorum… Hayatımı tek başıma bir odada geçirdim. Kendimi unutmak için çıkıp çalışmalıyım. Kontrol etmek istemiyorum, hararetli bir durumda olmam lazım. Buna boyama eylemi diye boşuna demiyorlar. Sakin olmak istemiyorum, ne kadar hızlı yaparsam o kadar iyi hissediyorum.’ 

Her şeyden ama asıl kendi düşüncelerinin ağırlığından kaçarcasına koşar doğaya ve huzur bulduğu ortamda yapar resimlerini. En çok kendisiyle mücadele halindedir. Bütün içindeki o hararet, o hızlı devinim tuvaline yansır. O eserlerini bizzat yaşar. Onun içindeki bu aşkın ses yenilikçi bir tarza dönüşür ve ‘bir resimde müzik gibi avunduran bir şeyler söylemek istiyorum. Bir zamanlar halenin sembolü olduğu ve ışıltılığın kendisiyle renklendirmenin titreşimiyle ulaşmayı aradığım sonsuzluğun bilinmez tavrını taşıyan erkek ve kadınları resmetmek istiyorum’ sözleriyle dudaklarından dökülerek fırçasıyla tuvaline yansır. Bu arayışlarının ürünü olan ‘Yıldızlı Gece’si ise dışavurumculuk akımının habercisi olmuş ve böylece modern sanatın öncüsü olarak sonsuzluğun kapısını aralamıştır. 

Biz eserlerinde bizzat onun hayatını, tutkusunu, korkularını, ızdırabını, içindeki taşkın tabiatı görüyoruz. Bu yüzden hepimizi derinden etkiliyor ve herkesin gönlünde taht kuruyor. Onun içtenliğiyle gelen sanatının ışığı insanları birleştirici bir işlev görüyor ve yüzyıl sonrasında bile bizleri etkileyerek bir araya getirmeyi başarıyor.

Hayattayken dünyada kendini sürgün bir yolcu gibi hisseden Van Gogh -bir büyük sanatçı- bütün bu farklılıklarıyla, her şeye rağmen kendini gerçekleştirebilmenin yarattığı farkla çığır açarak sonsuzluktan bizi selamlıyor…

Biz de fotoğraflarımızla Van Gogh’u …

Yeliz TELLİ

Leave a comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *